Herkese merhabalar! Son olarak Fethiyespor U-16 takımı teknik sorumlusu olarak görev yapan genç antrenör Muhammet Safa Babal ile harika bir röportaj gerçekleştirdik. Değerli vaktini bize ayırdığı için Safa Bey'e şahsım ve Linesman ekibi adına çok teşekkür ediyorum. Herkese keyifli okumalar dilerim!
Öncelikle röportaj için teşekkür ederiz. Biz zaten sizi tanıyoruz ancak sizi tanımayan Linesman okuyucularına kendinizden bahseder misiniz?
Merhabalar değerli ‘’Linesman’’ okuyucuları. Ben Muhammet Safa Babal, 1993 doğumlu profesyonel futbol antrenörü ve maç & performans analistiyim. Avrupa’da burslu olarak okuduğum ‘’spor bilimleri’’ fakültesinde ‘’antrenörlük’’ bölümü yüksek lisans derecesini okul birinciliğiyle tamamladım. Letonya Spor Eğitim Akademisi’nde okurken Portekiz Coimbra Üniversitesi’nde Erasmus değişim programına katılmaya hak kazandım ve orada 8 ay boyunca eğitim alma şansına sahip oldum. Eğitim aldığım iki ülkede de profesyonel kulüplerde çalışma şansım oldu. Letonya’da süper lig ekiplerinden FK Jelgava’da, Portekiz’de 1.lig ekiplerinden Academica de Coimbra’da çalışma fırsatı buldum. Türkiye’ye döndüğümde ise sırayla; Dudulluspor, Fatih Karagümrük ve Fethiyespor’da çalıştım.
Herkesin mesleğine başlama hikayesi farklıdır. Sizin bu mesleğe başlama hikayeniz nedir? Okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Çocukluğumdan beri hep futbolun içerisinde oldum, 9-10 yaşlarından beri hem Türk hem de Avrupa futbolunun çok sıkı bir takipçisiyim. Ancak benim için hikaye Portekiz’de başladı. Çünkü öncesinde tanıştığım hiçbir antrenör beni saha içi stratejileri, vizyonu ve karakteriyle etkileyememişti. Ancak Portekiz’de beraber çalıştığım Alberto Ventura Cortez ve Diogo Gomes Costa bana futbolda altyapı antrenörlüğünü öyle güzel anlattılar ve inanılmaz bir vizyon koydular ki ikisine de minnettarım. Zaten Diogo bir sene sonra dünyanın en iyi 2 akademisinden bir tanesi olan Benfica’da çalışmaya başladı. Bu iki antrenör benim yol göstericim oldu ancak Fatih Karagümrük’te tanıştığım ve şuanda Fransa’da Nice takımını şampiyonluğa oynatan Sayın Francesco Farioli tam olarak benim idolüm diyebilirim.
Kariyerinizde birçok kulüple ve birçok teknik adamla beraber çalışma fırsatınız oldu. Bu isimler içerisinde birlikte çalışmaktan en memnun olduğunuz kişiler kimlerdi?
Bu sorunun cevabı kesinlikle Francesco Farioli. Bir sezon boyunca kendisini A’dan Z’ye gözlemeyebilme şansım oldu ve henüz o günlerde onun dünyanın en büyük kulüplerinin başında olabileceğini hayal ediyordum. Francesco’nun antrenmanını izlemek sanki Vivaldi’den Four Seasons dinlemek gibi bir şey çünkü her antrenmanda sahaya inanılmaz bir duygu koyduğunu düşünüyorum. Zaman zaman yükselen hatta asabileşen bir ses tonu zaman zaman düşen ve oyuncularla arkadaşmış gibi yaptığı konuşmalar. 1.5 saatlik antrenmanın başından sonuna kadar sahaya hakim, konuştuğunda Vefa Stadı’nda yol tarafından geçen insanlar bile onun sesini duyabilecek kadar gür bir ses, antrenmanın her saniyesinde oyuncularını motive eden, sahada bir sürü hata yapılmasına rağmen asla ama asla oyun felsefesinden vazgeçmeyen ve bunu kendi oyuncularına empoze ettiren, yaşı bir antrenör için genç olmasına rağmen kendisinden yaşça büyük yıldız futbolcuları bile çok iyi idare eden komple bir antrenör. Kendisiyle yaptığım sohbetlerden şunu anladım sahada 1 saniyenin bile önemini çok iyi bilen ve bu 1 saniyelik avantajı kendi takımına nasıl kazandırabileceği üzerine kafa yoran bir antrenör. Zaten kendisinin birçok bilimsel makalesi mevcut. Tabi ki bence kendisinin eksik noktaları da vardı. Özellikle sadece A planı olan bir antrenördü, topa hep hakim olmak isteyen, rakip baskısını üzerine isteyen ve proaktif oynamaya çalışan bir antrenör ancak B planı hiç yapmıyordu. Şu anda görüyorum ki bu eksiğini de kapatmış durumda. Çok yakında bütün dünya futbol kamuoyunun Guardiola’yı, De Zerbi’yi konuştuğu gibi Francesco’yu da konuşmaya başlayacağına inanıyorum.
Yurt dışında eğitim gördüğünüz sırada en dikkatinizi çeken şeyler nelerdi?
Ülkeler arasında inanılmaz bir kültür farkı yaşadığımı söyleyebilirim. Letonya’da okurken aynı yurtta kaldığınız bir öğrenciye merhaba dediğinde karşılık alamayabilirken, Portekiz’de yol sorduğun bir insan seni 2 saat lafa tutabiliyor. İki ayrı uçtaki kültürü tecrübe etmek benim için çok değerliydi. Eğitim konusuna gelirsek; Türkiye’de üniversitelerde verilen eğitimin aslında çok yüzeysel olduğunu anladım. Letonya’da inanılmaz bir eğitim kalitesi yok ancak şunu çok net söyleyebilirim ki öğrencileri hayata hazırlamaya çalışan bir sistem var. Bunu da dersleri genelde sınıfların içinde değil, her hangi bir spor dalındaki antrenörün yanına gönderilerek işliyorduk. Bunlara örnek olarak o zamanlar Letonya buz hokeyi U-17 milli takımı kondisyoneri Eriks Visockis ile bir maç önü ısınmasına tanık olduk, gelişmekte olan futbol kulübü Metta’nın nasıl yönetildiğiyle ilgili bilgiler aldık. Bunun gibi birçok kez ‘’hayata dair’’ eğitimlerimiz oldu.
Portekiz’de ise inanılmaz bir eğitimci kalitesi vardı. Özetlemek gerekirse üniversitede basketbol derslerini işleyen hocamız Norberto Alves o sene Portekiz basketbol süper liginde şampiyon olan Olivierense takımının baş antrenörüydü. Kendisi 4-5 yıldır Benifica’da baş antrenörlük yapmakta. Diğer eğitimciler de kendi alanlarında uzman ve yenilikçi bir karaktere sahiptiler.
Bizdeki en büyük hatanın kitaba çok bağlı kalınması olduğunu düşünüyorum ben. Öyle eğitimcilerimiz vardı ki… 1 saat sadece kitap okuyup dersi o şekilde bitiren eğitmenimiz vardı mesela. Bizim eğitmenlerimiz kendi karakterlerini derse yansıtmadıklarını düşünüyorum. Üniversitemizde parmakla gösterilen bir anatomi hocamız vardı, kendisi inanılmaz bir diksiyona, postüre ve iyi bir İngilizceye sahipti. Sadece o eğitimciden ders aldığımız için kendimizi şanslı görüyorduk ancak kendisi yaklaşık 5 senedir İngiltere’de vücut geliştirme sporu ile ilgili başarılı bir girişim yaptı, kendisi adına çok mutluyum ancak bu değerleri Türkiye’de elimizde neden tutamıyoruz bunu düşünmek lazım. Bu sorunun cevabı aslında çok basit; ‘’değer’’. Eğer elinde böyle bir eğitimci, antrenör, kondisyoner hatta çaycı bile olsa gereken değerin gösterilmediğini biliyorum. Bu yüzden bütün kaliteli doktor, mühendis, sporcu ya da antrenörün hayali Avrupa’da ya da Amerika’da çalışıp orada yaşamak oldu.
Yurt dışında ve yurt içinde alt yaş ekipleriyle çalıştınız. Bu iki tarafı birbiriyle karşılaştırmanız gerekirse ne dersiniz? Bizim üstün olduğumuz noktalar var mıdır?
Tabi ki bizim üstün olduğumuz noktalar var hatta çok önemli bir nokta var ancak bunu da kaybetmek üzereyiz…
Letonya’da altyapı gruplarında da A takım seviyesinde de proaktif bir oyun felsefesi ve stratejisi olan herhangi bir takıma ve antrenöre rastlamadım. Ülkedeki iklimden kaynaklı olarak çocuklar sokaklarda çok fazla futbol oynayamadıkları için teknik ve bireysel becerileri çok düşük ancak genetik olarak fizik kuvvetleri yüksek ve uzun boylu oldukları için genellikle pivot forvet oyuncuları tercih ediliyor ve uzun top oynuyorlar. Genellikle 2.topları almaya çalışıyorlar ya da duran toplardan tehlike yaratmaya çalışıyorlar.
Portekiz ise Letonya’nın tam tersi, tam bir futbol ülkesidir. Bazı 13 yaşındaki sporcularım bana futbol topuyla birlikte uyurken fotoğraflarını gösterdiler, futbol ve tabi ki Cristiano Ronaldo onlar için çok büyük bir tutku. Benim çalıştığım takım Academica Portekiz’in ilk profesyonel futbol takımı, Lizbon ve Porto’dan sonraki 3.büyük şehir olan Coimbra tam bir öğrenci ve kültür şehri. Academica’nın kendine ait bir çalışma sistemi var ve bu U9 grubundan A takıma kadar aynı stratejide devam ediyor. Örneklemek gerekirse Academica A takımı maç önü ısınmasını nasıl yapıyorsa, Academica U13 takımı maç önü ısınmasını aynı şeklin oyunsal formatında yapıyor. Akademi maçlarında asla skor odaklı değil, pozitif futbol odaklı bir oyun oynatılıyor. Hatta bununla ilgili trajikomik bir anım var; Academica U13 ile bölgesel U15 ligine katıldık rakipler fizik olarak bizden çok daha iyi oldukları için çok pozitif bir oyun ortaya koymamıza rağmen ilk maçımızda 5-0 mağlup olmuştuk. Soyunma odasında Alberto’nun çocuklara bağırıp, çığıracağını, agresif bir konuşma yapacağını beklerken; herkesin çok iyi mücadele ettiği ve o maç için koyulan hedefin, yani topa rakipten daha fazla sahip olma hedefinin gerçekleştirildiğini, bunun için herkese teşekkür ettiğini söyledi. O anda Portekizlilerin oyuncu geliştirme konusunda neden bu kadar başarılı olduklarını anlamış oldum.
Türkiye’de aslında çok sayıda yetenekli oyuncu var çünkü benim çocukluğumda bütün günümüz sabahtan akşama kadar futbol oynamakla geçiyordu. Çocuklar sokakta oynadıkça dar alan, çabuk düşünme, doğru karar verebilme gibi becerileri gelişmeye başlıyor. Bu da herhangi bir futbol takımının akademisine girdikleri an onların hazır halde olmalarını ve kendilerini gösterebilmeleri için büyük bir avantaj oluyor. Ancak teknolojinin gelişmesi ve maalesef altını çizerek söylüyorum ‘’sadece pas yapın’’ diyen antrenörlerin türemesiyle zaten sayıları gitgide azalan bireysel yetenekli sporcularımızı iyice köreltiyoruz. Futbolu adeta bir saat mekanizması haline getiriyoruz ve böylece futbol ruhunu kaybetmeye başlıyor. Ben her zaman bu ikisi arasındaki dengenin bulunması gerektiğini savunuyorum. Makine gibi tıkır tıkır işleyen oyuncuların olması çok güzel ama o saati çok daha güzel gösterecek bir akrep ve yelkovanın varsa o zaman bırakalım da yelkovan akrepten biraz daha hızlı gitsin.
Türkiye’de altyapı sorunu diye bir şey maalesef var. Sizce bu sorun nasıl çözülebilir ve sorun nerede başlıyor?
En önemli sorun kesinlikle tesisleşme. Academica’nın A takımı ve o zamanlar U23 takımının antrenman yaptığı bir çim sahası, 2 tane suni sahası ve 1 tane U12 ve altı yaş grupları için küçük bir sahası vardı. Letonya’da aktif olarak kullandığımız 2 suni çim sahamız ve çok soğuk havalarda antrenman yapmamız içinde 1 futsal sahamız vardı. Türkiye’de Fatih Karagümrük’te çalıştığım dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesinin sahibi olduğu 2 suni sahaya sahip Yenikapı tesislerinde antrenman yapıyorduk, altyapı koordinatörümüz Sayın Savaş Çam’ın orada antrenman yapabilmemiz için inanılmaz bir mesai harcadığına bizzat şahit oldum. Kendisi Fatih Karagümrük Futbol Akademisi’ni tamamen elindeki imkânlarıyla bir marka haline getirdi. Ancak antrenmanları genellikle sadece yarı sahada yapabiliyorduk. Çünkü diğer amatör kulüpler de tesisi kullanıyorlardı. Aynı sorunu Fethiye’de çalışırken de yaşadım. Kulübe ait olmayan 1 tane suni antrenman sahası, antrenman yapmak için sadece 1 saat ve sahanın yarısını kullanabiliyorduk. Burada altyapı idarecilerinin ellerinden geldiğince en verimli şekilde antrenman düzenlemesi için uğraştığına kimsenin şüphesi olmasın ancak sorun şurada; Neden 5-6 saha yapılabilecek tesis yerine sadece 1 ya da 2 sahayla bu işi çözmeye çalışıyoruz, anlamlandıramıyorum. Birçok şeyi yapmış olmak için yapıyoruz. Hadi İstanbul’da çok fazla boş alan bulunmuyor kabul, ancak Fethiye’de suni sahanın yanında çok rahat 6 saha yapılabilecek boşluk bulunmakta ama yetkili merciler bu işleri hep göz ardı ediyorlar.
Bir hafta önce Danimarka’da Brondby takımının altyapı hocalarından biriyle yaptığım sohbette bana küçüklü büyüklü 24 futbol sahasından oluşan bir tesisleri olduğundan bahsetti. Bu tesislerin içinde A takımın stadyumu da bulunmakta. Danimarka futbolunun da son 10 yıldır iyi işler başardığını gözlemliyoruz ve bu kesinlikle şans eseri değil.
Altyapıya oyuncu alımlarında neleri doğru yapıyor ve neleri yanlış yapıyoruz?
Bu önemli bir konu, scoutların daha doğru cevaplayacağı bir soru olacaktır aslında. Ancak iyi bir antrenör olmak için daima kendimizi geliştirmeliyiz ve bir çok konuda bilgi sahibi olmamız gerekiyor, bunlar; modern antrenman teknikleri, rakip analizi, atletik performans, sporcu psikolojisi ve yetenek seçimi gibi birçok alandır. Bu sebeple korona döneminde boş durmayıp PFSA’in vermiş olduğu yetenek seçimi eğitimine katılmıştım. İngilizler sporcuları 4 köşe metodu ile değerlendiriyorlar; Teknik, taktik, fiziksel ve zihinsel becerileri saha içerisinde değerlendirmeye çalışıyorlar. Aslında bizde de çok farklı bir görüş yok hemen hemen aynı stratejileri kullanıyoruz ancak yukarıda bahsettiğim futbolu mekanikleştirmeye çalışan antrenör ve fikrin türemesinden kaynaklı olarak bazen bireysel yetenekli oyuncuları harcayabiliyoruz. Bunun çok güzel bir örneğini yakın zamanda yaşadım; Henüz 1 senelik lisansı olan 1.92 lik uzun ince bir stoper geldi elime, çok darbeli oynayamadığını, kesici özelliğinin yeterli olmadığını fark ettiğimde forvet pozisyonunda değerlendirmek istedim kendisini. İlk antrenmanlarında tabanlarına basarak koşan bir oyuncuydu ve böyle bir oyuncuya normalde çok tahammül edilmez. Ancak sporcuyu ben inatla tutmak istedim ve üzerinde durdum, çünkü oyuncuda muhteşem bir forvet özelliği vardı; ceza sahası içi soğukkanlılığı. Bu çalışarak kazanılacak bir özellik olmadığından bu sporcumu tutma ve özel olarak ilgilenme kararı aldım. Fiziksel ve zihinsel gelişiminde hep yanında oldum, saha içerisinde pas tekniğinden başlayıp, sırtı dönük oynama ve 3.bölgede pozisyon almaya kadar birçok konuda eğittim ve sezon sonunda U16 takımından A takımına oyuncu verdim bu beni çok gururlandırmıştı. Altyapıdaki bütün sporcularıma söylediğim şey oynadığınız takımın hiçbir önemi yok, önemli olan hangi antrenör ile çalıştığınızdır. Bu sene aynı sporcumu U17 kategorisinde genellikle yedek olduğunu takip ediyorum. Bu gerçekten çok üzücü bir durum. 1.92 lik kuvvetli, iyi çalım atabilen ve aynı zamanda sprint hızı da hiç fena olmayan bir forvet düşünün. Hepimizin aklına gelen isim aynı sanırım, Haaland. Türkiye’de birçok Haaland olduğuna eminim ancak önemli olan hangi antrenörlerle çalıştıkları.
Son yıllarda alt liglerden üst liglere oyuncu transferi yaygınlaşmaya başladı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Euro ve doların artışı, takımların finansal olarak doğru yönetilememesi büyük kulüplerimizi bile alt liglerdeki oyuncuları değerlendirmeye itiyor. Bence bunun olması için bu kadar zaman beklenmemeliydi diye düşünüyorum çünkü alt liglerde özellikle genç yaşta ve potansiyelli oyuncuların daha kapsamlı bir şekilde takip edilmesi gerekiyor. Bu duruma en aşağıdan bakarsak, Portekiz’de Benfica ve Porto çevredeki okulların beden eğitimi öğretmenlerine yıllık cüzi ve belli bir miktarda ödeme yapıyorlar. Onlardan da her sene okullarında futbol branşında yetenekli çocukları raporlamasını isteyip, o raporlanan çocukları seçmeye çağırıyorlar. Olay en alt seviyesinde böyle iken en üst seviyesinde şu şekilde; Porto scoutu olan Ruben Gana’ya oyuncu izlemeye gönderiliyor. İzlemesi gereken maçlara giden Ruben maçtan sonra soluğu bir semt barında alıyor. Hemen yanına gelen bir adamla sohbete başlıyorlar ve Ruben yanındaki adama ne iş yaptığını soruyor. O da Porto için futbolcu izliyorum diyor. Mücadele ettiğimiz ülkeler bu işi bizden çok daha ciddiye alıyorlar.
Futbol haricinde zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Futbol haricinde takip ettiğiniz spor dalı var mıdır?
Futbol günümün tamamında diyebilirim çünkü Türkiye Ligleri, Premier Lig, Almanya’da Bayer Leverkusen, Fransa’da Nice bu sene takip ettiğim takımlar ve ligler. Bunların dışında Avrupa kupalarını takip ediyorum. Maçların olmadığı zamanlarda herhangi bir maçtan kesitler alıp üzerine analizler yapıyorum.
Futbolun dışında basketbol izlemeyi seviyorum. Gitar çalıp, şarkı söylemekten büyük keyif alıyorum. Mutlaka uykudan önce kafamın dağılması için roman okuyorum.
Milli takım seviyesinde bu yaz oynanacak olan Avrupa Şampiyonası’nda şansımızı nasıl görüyorsunuz?
Güzel bir kura çektiğimizi düşünüyorum. Kağıt üzerinde Çekya ile 2.lik için çekişeceğiz gibi görünüyor ancak play-off tan gelecek bir Lüksemburg veya Yunanistan gruptaki her takıma problem çıkartabilecek bir seviyede. Diğer taraftan baktığımızda sürekli kazanan ancak Roberto Martinez ile hiç kuvvetli takımlara karşı kendini test etmemiş bir Portekiz var. Ben gruptan çıkacağımıza inanıyorum. Turnuvadaki kaderimizi de son 16da karşımıza gelecek olan rakip belirleyecektir diye düşünüyorum.
Arda Güler ve Kenan Yıldız gibi Avrupa’da forma giyen genç oyuncularımız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Oyuncu seçmek için çok basit bir kriter vardır. Futboldan biraz anlayan, yoldan geçen bir dede ya da bir kurye bile bu oyuncu çok iyi diyebiliyorsa işte o zaman o oyuncuyu bulmuşsunuzdur. Benim için Arda Güler böyle bir oyuncuydu, herkesin kabul edeceği inanılmaz bir yeteneği ve oyun zekası var. Ben kendisini Karagümrük için oyuncu bakmaya gittiğim zaman izledim 16 yaşındayken U19’da oynuyordu ve sahanın en iyisiydi. Çok koşan, hem savunma hem hücum yapan, topsuz oyunda arkadaşlarını doğru şekilde yönlendiren komple bir maestro. Ağırlaşmadan kuvvetlenmesi gerekiyor ancak bu bir anda olacak bir şey değil yaş alarak bu gelişimi sağlayacaktır. Ancak kimse Arda’nın omuzlarına bütün yükü koyup onun bunu kaldırmasını beklemesin, kendisinin gerçekten zamana ihtiyacı var ama aynı zamanda süre almaya da ihtiyacı var. Ben nispeten daha az agresif oyunun oynandığı İspanya ya da Hollanda liginde süre alabileceği bir takıma kiralanmasının daha değerli olacağına inanıyorum.
Kenan Yıldız’a geldiğimizde ise beni çok heyecanlandırdığını söyleyebilirim. Dikine gidip, adam eksiltebilen ve şut özelliği iyi olan bir futbolcu. Repertuarı yaşına rağmen çok geniş, örneğin Cengiz Ünder hep soluna doğru giderken Kenan bu konuda tahmin edilemez bir futbolcu, bu da onu diğerlerinden daha farklı kılıyor. Güzel bir jenerasyon yakaladık umalım ki primlerin konuşulduğu, para için kavgaların olduğu o milli takım günleri geride kalmış, 2002 ve 2008’deki o milli duyguları bize yaşatabilecek bir turnuva bizleri bekliyor olsun.
En büyük hayaliniz nedir?
En büyük hayalim kulüpler bazındaki en büyük kupa olan şampiyonlar ligi kupasını kaldırmak. Bu belki bir takımın başında ya da bir ekibin içinde ulaşmak istediğim en yüksek hedef.
Son olarak rüya takım kurmanızı istesek takımınıza kimleri alırsınız?
Sevgili Muhammet Safa Babal ile sizler için güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz. Umarım beğenmişsinizdir. Eğer beğendiyseniz paylaşarak bize destek olabilirsiniz. Sağlıkla kalın, Linesman'le kalın!
Comments