Rafael Nadal’ın tenise vedasıyla birlikte tenis arenasından 2 dominant figür eksilmiş oldu.
Öyle bir iki tenisçi düşünün ki, oynadıkları sporu bulundukları konumdan alıp çok daha yukarılara taşımış, daha global hale getirmişler. Tabiri caizse zaten var olan bir şeyin canlanmasına, artık insanların içindeki saz teline vurmasına sebebiyet vermişler. Federer'in zarif oyun tarzı ve Nadal'ın mücadeleci ruhu, tenis izleyicilerini büyüleyerek branşı daha popüler hale getirmiş ve böylece spor dünyasına farklı bir pencere sunmuştur. Üstelik rekabetlerinin alev aldığı bu iki sporcu, eşi benzeri zor görülecek bir dostluğa da imza atarak diğer sporcular arasında farklılaşmayı burada da başardılar.
David Foster Wallace, ‘’Sicim Teorisi’’ adlı kitabında Roger Federer ve Rafael Nadal’ın mücadelesini bir paragrafta şu şekilde tanımlıyor: ‘’Bu Wimbledon final maçında bir intikam anlatısı var; kral ile can düşmanının karşı karşıya gelme dinamiği, karakterlerin zıtlığı ön planda. Bir tarafta Güney Avrupa’nın tutkulu maçoluğu, diğer tarafta kuzeyin son derece incelikli, soğukkanlı sanatkârlığı. Dionysos ve Apollon. Satır ve neşter. Solak ve sağlak. Dünya 2 numarası ve 1 numarası. Modern power-baseline oyununu üst sınırına taşıyan Nadal… Karşısındaysa bu modern oyunu başkalaştırmış, temposu ve ayak çabukluğu kadar keskinliği ve çeşitliliğiyle de özel olan ama rakibi karşısında tuhaf bir şekilde kırılganlaşabilen ya da moralini yitirebilen biri. Basın tribününde arkadaşlarıyla laflayan Britanyalı bir spor yazarı iki kez aynı şeyin altını çiziyor: Savaş Çıkacak!’ (Kitabı çeviren: Cem Pekdoğru, İnan Özdemir)
Onlarsız Olamaz Mıyız?
İki dominant figürün üstüne Novak Djokovic gibi acayip bir sporcu daha eklendi ve aşağı yukarı 15 yıllık bir ziyafet sundular bize. Ardı arkası kesilmeyen turnuvalar insalara cazip gelmeye başlamıştı. Mevcut zamana dönüp baktığımızda bu 3 sporcunun muadili dediğimiz tenisçiler dahi, alışık olduğumuz seviyede bir rekabete erişemeyecekler gibi duruyor.
Rasyonel olarak baktığımızda tenisin büyük bir kan kaybettiği su götürmez bir gerçek. İzlenme sayılarının zaten düşüşe geçtiğini, grand slamlerin dahi artık çok fazla talep görmediğini veriler aracılığı ile biliyoruz. Ki zaten tahmin etmek de zor değil. Yukarıda senin benim gibi insan olan iki sporcuyu yere göğe sığdıramayacak şekilde anlatmışım, sanki edebi bir roman yazıyormuşçasına… Şunu demeye getiriyorum: onlar olmazsa tenis devam eder, ama nasıl devam eder? 10-20 yıl içinde tenise dair radikal kararlar verilebilir, belki de zemini hazırlanıyordur. Belki de artık hazırlamak gerekiyordur…
...
Tüm ‘’ikonikleşmiş’’ sporcuları canlı kanlı izlemiş olmak büyük bir lütufken ayrılık neden ızdırap gibi geliyor? Neden güzelce yaşanmış, misyonu tamamlanmış kariyerlere veda etmek zor geliyor? Acaba fazla mı gözümüzde büyütüyoruz da nostaljik düşünüyoruz?
Aslında hayata dair de benzer yorumlar yapılabilir. Filmler, diziler, oyunlar… Neredeyse her şeyin geçmişini tekrar canlandırma çabası içinde insanoğlu. Remake oyunlar bunun en büyük örneklerinden. Geçmiş diziler ve filmler benzer şekillerde tekrar gösterime giriyor.
Spora tekrar dönecek olursak, Mike Tyson bahsettiğim şeyin yakın dönemdeki en güzel örneği aslında. Futbol tarafında ise efsaneler zaman zaman gösteri maçlarına çıkıyor. Mesela Ronaldo ve Messi hayatımızdan çıktığı zaman, önümüze tekrar tekrar farklı projelerle ‘sunulacak.’ Onlar çıkmayacaklar, altın tepsi ile önümüze sürekli koyacaklar. Bundan kaçış yok ama rahatsız olan da…
Evet bir spor olmayacaklar, hepsi birer şov olacak. Ta ki spor dünyası yeni bir figür-ler bulana dek. Ya da biz tüketiciler, şov yerine gerçekten sporu talep edersek işleri tersine çevirebiliriz.
Bahsini geçirdiğim şeylerin aslında fazlaca sosyolojik bir tabanı var. Üstelik çok katmanlı, çok boyutlu ve neresinden bakarsan bak ciddi bir konu.
Bu sporların yöneticileri ise suda nefes almaya çalışan balıklar gibiler aslında. Özellikle tenis yetkilileri için durum oldukça vahim.
Bu vahim duruma ilaç olacak şeylerin başında elbette kalan son figürün alacağı aksiyonlar var. Novak Djokovic, Avustralya Açık’a kadar Andy Murray’ı ekibine dahil etti. Bu haber, tenis kamuoyunda bir hareketlilik oluşturdu. Biraz ocağın altını açmak gerekiyordu açıkçası.
Yeni Dönemin Potansiyel Taşıyıcıları
Mevcut duruma pozitif bir çerçeve ya da kılıf uydurmak gerekecekse tenisi öldürmeyecek, rekabetleri tenisi zirvede tutmaya devam edecek sporculara bakalım.
İki önemli adaya geçmeden bahsetmemiz gereken tenisçilere değinmek istiyorum: Taylor Fritz, Alexander Zverev, Daniil Medvedev, Holger Rune gibi isimler teniste çok şey düşündüren ancak istenilen sükseli geri dönüşü bir türlü veremeyen isimler. Sadece bunların arasından 2024 sezonunu güzel geçirmiş diyebileceğim oyuncu Taylor Fritz. Amerika Açık’ta ve ATP Finallerinde final oynadı, ikisinde de dünya 1 numarasına karşı mücadele etti ve kaybetti. Tüm bunların dışında Wimbledon son 16 turunda çok iyi bir Zverev maçı oynadı. Sonrasında Amerika Açık’ta da Zverev’i turnuva dışına itmeyi başarmıştı. Tüm bunların üstüne ATP Finalleri’nde de Zverev’e mağlubiyet yaşatması baya gündem oluşturdu. Fritz’in Zverev’e karşı ayrı bir üstünlüğü var diyebiliriz.
Daniil Medvedev’in ise grand slam’lerde çok daha aktif rol alması bekleniyor ancak işin sonunu getirmek onun için zor oluyor.
Holger Rune ise genç tenisçiler arasında önemli bir yetenek. Ondan da herkes gibi çok şey bekleniyor ama onun sürecini biraz daha zamana bırakmak gerekiyor diye düşünüyorum.
…
Rafael Nadal’ın veliahtı olarak nitelendirilen Carlos Alcaraz, yeni dönemin şüphesiz en büyük figürlerinden olacak. 21 yaşında tam 4 grand slam kazanmış durumda. Üstelik tıpkı Nadal gibi Roland Garros’da mevcut rakiplerine göre açık ara bir dominasyonu var. Rafa tam 14 kez Roland Garros kazandı. O’nun rekorunu kim geçebilir ya da doğrusu geçilebilir mi? Alcaraz ayrıca toprak dışında erkenden 2 tane çim (Wimbledon) şampiyonluğunu da cebine koydu. 2024 Paris Olimpiyatları’nda finalde Novak Djokovic’e kaybetse de genç yaşında final görmeyi başardı.
Korttaki sağlam duruşu ve bunu tamamlayan doyurucu, güçlü vuruşları onu Rafa’ya çok benzetmemize sebep oluyor. Fakat yetenek kitinde bulundurduğu en güçlü silahı ise kısa topları. Oyununa renk katan, seviye atlatan önemli bir becerisi diyebiliriz. Sıkıştığı vakitlerde kısa toplarına sıkça başvuruyor olması gördüklerimizin altını doldurur, kuvvetlendirir nitelikte.
…
Bir diğer aday ise Jannik Sinner. Sezonu Dünya 1 numarası olarak tamamladı. Tek sezonda sert kortta 2 grand slam’i kazanmayı başardı. ATP Finalleri’ndeki şampiyonluğu ile de kariyer sezonuna krema sıkmış oldu.
Nisan ayından itibaren doping mevzuları ile kariyerine devam etmek zorunda olan İtalyan, sezonu kusursuz tamamladı. Sonuçta kamuoyu tarafından cephe alınarak sezona devam etmek hiç kolay bir şey değildir diye düşünüyorum. Bu işin mental tarafında ne kadar kuvvetli olduğunu da bizlere göstermiş oldu Jannik Sinner.
Yeri gelmişken yazmış olayım: Sinner’in bence tutarlı ve geçerli bir sebebi var. Bilim adamlarının da belirttiği görüşler doğrultusunda oyuncuyu zan altında bırakmak doğru bir yaklaşım değil. Fakat burda eleştirilen kısım: diğer sporcuların vaka ile ilişkilendirilmesi durumunda bile onların tenisten tedbir amaçlı belirli bir süre uzaklaştırılmasıydı.
Yukarıda yazdım: ‘’Bu sporların yöneticileri ise suda nefes almaya çalışan balıklar gibiler aslında. Özellikle tenis yetkilileri için durum oldukça vahim.’’ İşte Tenis yetkililerinin Sinner’in doping vakasına -geçmişteki dosyalara göre- daha ılımlı yaklaşmalarına sebep olan nokta: tenisin çöküşte oluşu… Zaten izlenmelerin, satışların, sponsorların azaldığı bir dönemde dünya 1 numarasını, tenisin yeni dönemdeki potansiyel yıldızını uzaklaştırmak aptallık olurdu herhalde… Dünya 1 numarası apoleti yetkilileri susturdu, İtalyan’ı korudu.
Tenis ile ilgili tüm içeriklere ulaşmak için bizi takipte kalın!
Comments