Bir futbolcuya verilebilecek en büyük ve görkemli lakap nedir? “Tanrı” olabilir mi? 1986 Dünya Kupası finali sonrası Diego Armando Maradona el ile attığı gol için “Tanrı’nın eli” diyerek kendine bu takma adı yakıştırmış, finalin kaybeden tarafında ise yıllar sonra Robbie Fowler ünlü Liverpool tribünü Kop tarafından “God” lakabıyla anılmıştı. Onlara göre “God is Red” di. Ancak pek de göz önünde olmayan ve “Tanrı” lakabıyla anılan biri daha var. Edinburg’un yeşil tarafının Fransız Tanrı’sı: Le God Franck Sauzee.
Deyim yerindeyse tanrılaştığı Hibernian’a gelmeden önce de bahsetmeden geçemeyeceğimiz parlak bir kariyeri var Sauzee’nin. 1965 doğumlu futbolcunun profesyonel kariyeri henüz 17 yaşında 1983 yılında Sochaux ile başladı. Burada 1988’de Coupe de France finali görse de kupayı kazanamadı ve 1988 yılında dönemin büyüğü Marsilya’nın kapısından girdi. İlk iki yılında iki şampiyonluk ve bir Coupe de France kazandı. 89/90 sezonunda takımda hali hazırda Abedi Pele, Jean Pierre Papin ve Franck Sauzee gibileri varken o yaz Chris Waddle, Didier Deschamps, Carlos Mozer, Enzo Francescoli, Manuel Amaros da takıma katıldı. Karşılaştırma yapmak isteyenler Paris Saint Germain ve Manchester City’nin ilk satın alındığı sezonu düşünebilir, ama bu sayılan oyuncuların çok daha olgun yıldızlar olduğunu da eklemek gerekir. Takımda hedefler büyüktü.
90-91 sezonunu Arsene Wenger ile yeni yapılanan Monaco’da geçiren Sauzee, dönemin geleceği parlak gençleri Lillian Thuram, Emmanuel Petit ve yıldız statüsüne yükselmek üzere olan Youri Djorkaeff ve George Weah’a veteran Glenn Hoddle ile yardım etti. Marsilya bu sezonu da şampiyon tamamlarken Sauzee sessiz sedasız 246 maçta 56 golü buluyordu.
1991’de Marsilya’ya geri dönen Sauzee, kariyerinde basamakları tırmanmaya devam ediyor, 1991-92 yılında gelen şampiyonlukla 92-93 sezonunda ilk defa UEFA Şampiyonlar Ligi adıyla düzenlenecek olan turnuvada oynamaya hak kazanıyordu. İlk eleme turunda Kuzey İrlanda’dan Glentoran’ı iki maç sonunda 8-0 ile geçen Marsilya, ikinci turda ise Dinamo Bükreş’i yine iki maç sonunda 2-0 ile geçiyordu. Kalan sekiz takımın iki gruba bölündüğü ve birinci olan takımların final oynadığı formatta Marsilya; Rangers, Club Brugge ve CSKA Moskova’yı geçerek adını finale yazdırıyor ve Rangers karşısında finali getiren golü Franck Sauzee’nin ayağından buluyordu. Finalde Milan’ı 1-0 yenerek Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olan Marsilya’da Sauzee de 5 numaralı formasıyla sahadaydı.
Her ne kadar yazdıklarımız Franck Sauzee’nin kariyerini anlatmak içinse de finalden sonra bir-iki ay süren bir utanç dönemi var ki, Sauzee ve o müthiş takımın neden dağıldığını buraya bakarak anlayabiliriz. 1992-93 sezonunda Marsilya hem lig hem de Şampiyonlar Ligi’nde ilerlerken final öncesindeki Valenciennes maçında rakip takımın maçı kaybetmesi, ligde şampiyonluğun kesinleşmesi için dönemin kulüp başkanı Bernard Tapie’nin şike yaptığı, sağ bek Jean Jacques Eydelie’nin de maç öncesi futbolculara rahat oynamaları için 250.000 Frank teklif ettiği ortaya çıktı. Marsilya’nın 1992-93 lig şampiyonluğu ünvanı alındı ve takım küme düşürüldü. Sauzee’nin de içinde olduğu yıldızlar topluluğu da takımdan bir bir ayrıldı.
Serie A’nın o dönemde artan popülaritesi ile beraber Atalanta ile anlaşan Sauzee’nin yeni takım arkadaşları daha sonradan isimlerini çok duyacağımız 17 yaşındaki Tomas Locatelli, Domenico Morfeo, Allesio Tacchinardi ve ligin aranan forvetlerinden Maurizio Ganz oluyordu. Ancak kendisini isteyen teknik direktör Francesco Guidolin’in 10 maç sonunda kovulması, o dönemde Serie A’da çok yabancı futbolcu bulunmaması ve takımdaki tek Fransız’ın kendisi olması gibi etkenler Sauzee’nin Atalanta kariyerinin 16 maç ile sınırlı kalmasına yol açtı. Daha sonra Fransa’ya dönen Sauzee, Strasbourg ve Montpeiller’de istikrarlı sayılabilecek bir dönem geçirse de eski ışıltısından uzak, artık 33 yaşında ve ayakları eskisinden daha yavaştı.
Asıl hikayenin başladığı yere geliyoruz, Edinburg’un yeşil yakası, Hibernian. Tabi futbol iklimi günümüze çok benzemiyor; 3-4 ay sonra şimdilerde kupa şakaları yapılan Manchester United olabilecek en efsanevi şekilde Şampiyonlar Ligi’ni kazanacak, dünyanın en pahalı futbolcusu ise Lazio’ya transfer olan 26 yaşındaki Christian Vieri olacak. 30 yaşını geçen futbolcuya “bir ayağı çukurda” gözüyle bakılan zamanlar. Sauzee ülkesi Fransa’da kontrat bulamayıp Alex McLeish’in çalıştırdığı Hibernian’a, Şampiyonlar Ligi şampiyonu, Fransa Milli Takımı kaptanı apoletleriyle imza atıyordu. 99 Şubat’ında Edinburg’da Sauzee’nin transfer dedikodusu yayıldığında tüm taraftarlar bunu “saçma” ve “gerçek dışı” bulmuşlardı, çünkü “neden?” sorusunun cevabını kimse bulamamıştı. Geldiğinde İskoçya-2’de bulunan Hibernian hemen SPL’ye çıkıyor ve ilk sezonlarını da 3. bitiriyorlar ve UEFA Kupası’na katılıyorlardı. Sonraki yıl olan 2001’de ise İskoçya Kupası’nda final yapıp Celtic’e kaybettiler.
Hibernian’daki takım arkadaşlarına göre ilk antremanında görülmüştü ki, Sauzee “o futbolculardan” biriydi. Çok göze hoş gelen bir tarzı yoktu ama pas yeteneği inanılmazdı. Hem McLeish’in kendisine verdiği yeni rolde hem topu geriden çok iyi çıkarıyor, hem de adrese teslim uzun topları çok yüzdeli atıyordu. Şutları muazzamdı. Kazanılan frikiklerde mesafe ne olursa olsun hepsi tehlikeliydi zira attığı gollerin hiçbiri üst köşeye doğru süzülmüyordu, engellenemez bir şekilde sertçe ağlarla buluşuyordu. Ceza sahası yayı etrafına düşen toplar tüm rakipler için korkutucuydu.
Sauzee’nin Hibernian forması giydiği dönemde takım Edinburg derbisinde Hearts’a hiç yenilmedi. Hatta SPL’deki ilk sezonlarına 14 maçta 11 galibiyetle başladılar ve bunlardan biri de Hearts 6-2 kazandıkları Hearts derbisiydi. Büyük Fransız öyle bir ortam oluşturmuştu ki, 6-2 sonrası evlerindeki ilk maçta sahaya İskoç taraftarların La Marseillaise’i sözlerinin bilmeden mırıldanmaları eşliğinde çıkmıştı. 3-1 kazandıkları başka bir derbide ise gelen ortaya yaptığı düzgün kafa vuruşunu Antti Niemi’nin üzerinden ağlara gönderirken sevinmemiş, yerde bilinçsiz şekilde yatmıştı. Dakikalar sonra kendine geldiğindeyse tribünleri el ile selamlayıp gecikmiş gol sevincini yaşarken dört ön dişinin de yerinde yeller esiyordu. Yeşil-Beyazlı taraftarlar rakip tribünlere doğru avazının çıktığı kadar bağırıyordu: “You can’t beat Sauzee!”
Sauzee’nin tüm iyi niyeti, adanmışlığı ve motivasyonuna rağmen son sezonu ve sonrasında da şanssızlık pek yakasını bırakmıyordu. 2001 yılının Şubat ayının sonlarına doğru sakatlandı ve olmadığı 6 haftalık dönemde Hibernian hiç galibiyet alamadı. Bu kötü seri sezon sonuna kadar sürdü ve son 11 maçta sadece 1 galibiyet geldi. İskoçya Kupası finali öncesinde takımın yıldız forveti Russell Lapaty milli takımdan arkadaşı Dwight Yorke ile eğlenmekten dönerken trafikte alkol muayenesine takıldı ve limiti aştığı tespit edilince kadro dışı bırakıldı. Sauzee ise çok da fit bir şekilde çıkmadığı maçta varlık gösteremedi ve Celtic antreman havasında geçen maçı 3-0 kazandı.
Alex McLeish’in sezon sonu Rangers’a gitmesiyle beraber 2002 yılı başında Sauzee kramponlarını astı ve eşofman takımını üstüne geçirerek Hibernian’ın sürpriz bir şekilde başına geçti. Ancak işler pek de istenildiği gibi gitmedi ve 15 maçta sadece tek bir galibiyet alana Sauzee’nin görevine son verildi. Bu süreç her iyi futbolcunun iyi hoca olamayacağının veya başka bir bakış açısıyla doğru insan yanlış zaman çiftlemesinin en iyi örneklerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.
Yazının başlığında belirttiğimi gibi, Franck Sauzee Hibernian için bir tanrıydı. 2005 yılında yapılan oylamada Hibernian tarihinin açık bir farkla en önemli oyuncusu seçildi. Hatırlatmakta fayda var; Hibs tarihinde her biri 100’ün üzerinde gol atmış “Famous Five” adlı oyuncu grubu ve sıkı durun, George Best var. Tekrar söyleyelim, George Best.
Detayına inmeden Franck Sauzee’nin kariyerine bakanlar pek de etkilenmeyebilir. Ancak, Şampiyonlar Ligi ve Ligue 1 şampiyonu olmuş, takımının finale çıkmasını sağlayan golü atmış, her gittiği takımda profesyonelliği, liderliği ve genç futbolculara örnek olmasıyla etki yapmış, 90’ların sonunda 33 yaşındayken o dönem örneği çok çok az olan şekilde tanımadığı bir lige adım atıp etkisi altına almış bir futbolcudan bahsediyoruz. Hem de bunu herhangi bir reklam çalışmasına, menajere gerek duymadan ve körfez ülkelerine gitmeden yapan birinden.
Günümüze baktığımızda, kariyerindeki başarıların yanı sıra, pas ve şut yeteneği muazzam, yüzdeli şekilde frikik atabilen, penaltıları neredeyse kaçırmayan, ceza sahası yayına düşen her topu gol tehlikesine dönüştürebilen, 1.85 boyunda, mücadeleden kaçmayan, gerektiğinde yeşil çimde dört ön dişini bırakabilen, Şampiyonlar Ligi’ni devamlı oynayarak kazanmış, Fransa Milli Takımı’nın 9 maçta kaptanlığını yapmış bir orta saha oyuncusu; kaç milyon Euro eder?
Tüm futbol ve spor haberleri için bizi takipte kalın!
Sadece sürekli herkesin tanıdığı futbolcuların dışında çok göz önünde olmayan yada bilinmeyen ancak değerli oyuncuların da anlatılması futbol kültürünü bilgisini arttırmada yardımcı oluyor çok güzel bir yazı olmuş.