Tenis tarihinin en uzun maçı, 11 saat 5 dakika ile 2010 Wimbledon’da oynandı ve 3 gün sürdü. Ben ise bu yıl, bir günde tam 14 saat orada olarak bir hayalimi gerçekleştirdim.
Geleneksel kurallarıyla bilinen Wimbledon’un bu yönü, oldukça işe yaradı. Salı günü Londra’ya indim, ve çarşamba erken saatte kalkıp geleneksel bilet kuyruğuna girdim. Kulüp (AELTC), Southfields metro durağına oldukça yakın. Bir gece önceden çadır kuranlar ve 07:15 öncesi orada olanlar tam 2175 kişiydi; nereden mi biliyorum çünkü kuyruğa girdiğinizde yapmanız gereken ilk şey, sarı bayrağı bulup hemen sıra kartınızı almak. 2175 kişi gözünüzü korkutmasın çünkü önceki günlerde iki üç katı insan olduğunu duymuştum. Şanslıydım, çeyrek finallerin son günü olduğu için midir bilemiyorum. Ayrıca o gün yağmur gözükmüyordu (Salı, gün boyu çok yağdı) ve özellikle kuyrukta geçen 3 saatte bu hava tahmininin doğru çıkması beni çok mutlu etti. İlk kuyruğa girdiğinizde çimenlerde piknik havası oluyor, ben de yanımda üzerine oturabileceğim -su geçirmeyecek- bir şey getirmiştim, ve de sallama Türk çayı, değmeyin keyfime 😊 Sanırım 3 saatlik maceranın yarısı oturarak geçti, diğer yarısı da yavaş yavaş ayakta ilerleyerek. Görevliler çok kibar, güler yüzlü, hoş sohbet. Ücretsiz su ve wifi var; yemek ve tuvalet olanağı mevcut. Organizasyon işini iyi biliyorlar. Turnuva resmi mobil uygulamasından bir hesap oluşturmanız gerekli, görevliler sıra karıtyla beraber ona da bakıyor.
Bilet, gişe değil de stand şeklinde bir bölümden alınıyor ve her birinde bir danışman var. Bana ‘Kort 1 bileti var’ dendiğinde inanamadığım için bir kez daha tekrarlattım. Çünkü izlediğim her videoda, Merkez Kort ve Kort 1’e bilet bulmanın çok zor olduğu söyleniyordu (500 bilet ayrılıyor kuyruktakiler için). Hemen aldım, çünkü orada iki tekler çeyrek final maçı vardı. Bana sorulan tek şey, alt tarafta mı üst tarafta mı izlemek istediğimdi, cevabım alt kısım oldu. Tabii ki Merkez Kort’ta Djokovic oynayacaktı ama kaçıracağım için hiç üzülmedim, ki rakibi Minaur çekilince maç yapılmadı 😊
Bilet aldıktan sonra, etkinlik (Fanzone) alanına giriliyor. Turnuva sponsorlarından ücretsiz kahve, dondurma ya da büyük ekranda maç izleme, Tiafoe’ya karşı servis atma (Gerçek raketle yapılan bir oyun), o günkü maçı oylama butonu (Bu yıl ilk kez yapılmış) gibi tenis odaklı hoş şeyler var.
Kulübe girerken çanta araması yapılıyor, detaylı ama oldukça kibar şekilde. Ve nihayet gerçek mabede giriş, sizi ilk Merkez Kort karışılıyor, ağlamıyorum toz kaçtı :(
10:15 gibi içeri girdim, ki zaten kapı açılışı 10:00 idi. Salı günkü yağmur nedeniyle ertelenen maçlar olduğu için, çarşamba günü dış kortlar erkenden maçlarla doluydu. Kort 1 maçları 13:00’da başlayacağı için turnuva alanını gezmeye başladım, Wimbledon geleneği çilek-krema ile (Kremayı beğenmedim). Kort 1 biletim olduğu için, Merkez kort ve Kort 2 hariç, diğer tüm kortlara girip maç izleyebiliyordum. Akışa bıraktım kendimi; maç çıkışı oyuncuları yakalamak (Hsieh ve J.Murray gibi), ünlülerin girdiği kapıda (Fotoğrafçıların toplandığı) biraz bekleyerek Kyrgios, Stich gibi isimleri görmek mümkün. Müze ve mağaza da var. Mağazadan bir şeyler almayı en sona bırakmıştım ama çoğu şey yağmaladındığı için pek mantıklı değilmiş. Gelenekler bitmez; soğuk bir Pimm’s içip Henman tepesinde bir soluklanmak, Kort 1’e sırtını yaslayan dev ekranda maç izlemek iyi geldi.
Beklenen an geldi. Maç saatine yakın, hafif koşturarak Kort 1’e geçtim, yerim harikaymış, sahanın ortasında ve zemine oldukça yakın. Yanımda Türk bir çift rast geldi, diğer yanımda ise ev sahibi arkadaşlar, maç boyu güzel sohbetler oldu. Pankartım (“What a shot”) herkesin ilgisini çekti, hatta Ostapenko bile sandalye molasında görünce gülümsedi (Tam karşısındaydı yerim). Taraf tutmadığımız, 3 sete gitsin istediğimiz maçta Krejcikova kazandı (Ve sonrasında şampiyon oldu). Sonrasında Fritz – Musetti maçında iki farklı tarzda oyuncunun 5 setlik mücadelesi çok zevkliydi. Meksika dalgası, fenalaşan taraftar nedeniyle oyunun durması, Ostapenko’nun bol bol top izine itiraz etmesi, sürekli değişen Londra havası, ara ara nerede olduğuma hala inamamam, sessizlik ve seyircilerin tepkileri. Her zaman hatırlayacağım harika anılar oldu.
Kort 1’deki çiftler maçına kalmadım, onun yerine dış kortlara çıktım, efsane çiftler kategorisinde Hingis-Clijsters takımını görünce hemen onların maçına girdim. Gösteri tadında olsa da, Hingis’in hala ilk 10 oyuncusu gibi oynaması ve Clijsters’ın kilo fazlası olsa da farklı bir yeteneğe sahip olduğunu gösterebilmesi, bu güzel mabede benim için güzel bir veda oldu.
Son bir kez daha alanda dolaştım. Müzeye ve antrenman kortları Aorangi’ye (Buraya giriş izni var mı emin değilim) giremedim. Hatta Fritz-Musetti maçı başlarken, Djokovic ve Alcaraz farklı kortlarda antrenman yapmışlar. Oyuncuları antrenman çıkışı yakalayıp bir fotoğraf çekilmek de bir seçenek, benim deneme şansım olmadı. Mobil uygulamada antrenman saatlerini gösteren bir bölüm bulamadım.
Kort 1 kenarındaki çıkıştan otel yoluna düşerken, son bir kez daha içeri baktım, kişisel tarihime altın harflerle yazılmış bir gün oldu.
Comments