Aralık ayının bir pazar akşamında dört yıl sürecek başka bir Dünya Kupası bekleyişimizi başlatacak finali izleyeceğiz. Yoğun grup aşamaları, eleştiriler, futbol dışı konular derken 2022 Dünya Kupası gerçek temposuna çeyrek finallerden itibaren kavuştu ve harika diyebileceğimiz iki yarı final maçını da geride bıraktık. Son kupa finallerini hatırladığımızda ve oynayacak iki ülkeyi göz önünde bulundurduğumuzda ekran başına kilitleneceğimiz kesin gibi. Pazar akşamını iple çekerken biraz da detaylara göz atalım.
Öncelikle buraya son şampiyon apoletiyle gelen Fransa’dan başlayalım. 2018 sonrası artık tartışılmayacağı düşünülen Deschamps, geç oynanan EURO 2020’de son 16 turunda İsviçre’ye kaybettiğinde tahtı sallanmaya başlamıştı. Sadece belli bir grup oyuncuyla çalışmak istemesi, takımın potansiyelinin sahaya tam yansıtamadığının düşünülmesi, elit oyunculara rağmen maçların zora girmesi, yıldız golcü ve son Ballon D’Or’un da sahibi Benzema ile yaşadığı problemler derken Fransız medyası yeni adayları konuşuyordu bile. Ancak araya sıkıştırılan bir Uluslar Ligi, Dünya Kupası eleme grubunda beraberlikler sonrası gelen sükseli galibiyetler bu tartışmaları 2022 sonrasına bıraktı. Turnuva öncesi bir önceki şampiyonluğun mimarlarından Pogba ve Kante’nin sakatlığı, turnuvanın hemen başında Benzema’nın şampiyonayı kapatması, ilk maçta Lucas Hernandez’in sakatlığı sonrası kafasındaki ideal bekleri kullanamaması derken bir çok sorun da Deschamps’ın önünde birikti. Ancak şunu da söylemek gerekir ki, turnuva kadroları açıklandığında “turnuvaya gelemeyenler” ilk 11’leri en çok Fransa adına yapıldı, bu da inanılmaz bir kadro derinliği demek. Didier Deschamps da beklendiği gibi birkaç küçük hamle ile sezonu formsuz geçiren Griezmann’dan, 36 yaşındaki Giroud’dan, büyük yıldızı Mbappe’den ve en çok da Juventus’ta tartışılan Adrien Rabiot’dan çok yüksek verim aldı. Bu istatistiklere de yansımış durumda; Mbappe gol krallığında Messi ile yarışırken, Griezmann da asist krallığında malum şüpheli kişi Messi ile rekabet etmekte.
Fransa’nın bu maçta da en büyük silahı sol tarafı olacaktır. Turnuvanın başından bu yana en çok dripling yapan oyuncu olan Mbappe hem attığı gollerden, hem oyunundan hem de Giroud ile olan uyumundan ötürü çok mutlu görünüyor. Her gol ve maç sonrası kameralara yakalanan kahkahaları bunun kanıtı niteliğinde. Harry Kane’in dışarı vurduğu penaltı sonrası verdiği poz ise aldığı keyiften ziyade ne kadar korkutucu olduğunun göstergesi. Bu yönüyle efsanevi basketbolcu Shaq O’Neal’e benzediğini düşünüyorum. O da döneminde son derece korkutucu ve bundan keyif alan bir haldeydi. İlginç bir tesadüf ile kardeşinin sakatlığı sonrası ilk 11’e yerleşen Theo Hernandez, Milan’daki formunu milli takıma da aynen taşıdı ve çok etkili. Kendisinin iyi formu sonrası sağda tutucu bek olarak Pavard yerine Kounde’nin tercihi de takımdaki dengeyi tam olarak kurdu diyebiliriz. Arjantin’in sağ bekinde Molina veya Montiel kim oynayacak bilinmez ancak orta sahada muhtemelen De Paul’ün ve stoperde Otamendi’nin iş yükünün Mbappe yüzünden artacağını tahmin edebiliriz. Fransa’nın solunda oluşan bu açıklık rakipler için bir fırsat gibi gözükse de geride kalan maçlarda Rabiot’un müthiş performansı bu açığın kullanılmasına pek izin vermedi.
Finalin diğer tarafında ise turnuva öncesi herkesin duygusal favorisinden biri olan Arjantin var. Kazanılan en üst seviyedeki bireysel ödüller, lig şampiyonlukları, ülke kupaları, UEFA Şampiyonlar Ligi, Copa America derken Lionel Messi’nin vitrininde değerli son parça için de bir köşe ayrılmış durumda. Her Dünya Kupası bittiğinde bir daha bu büyük sahnede izleyemeyeceğimiz yıldızlar için üzülürüz ancak sanırım bu yıl biraz daha farklı. Geçtiğimiz 20 -yazıyla yirmi- yıla damga vuran bu Messi-Ronaldo rekabetinin bu finalde son kez karşımızda olmasını isterdik ancak başka takımların başka planları vardı. 2016 yılında Avrupa Şampiyonu ünvanını boynuna takan Cristiano Ronaldo’ya 2021’de Amerika kıtasının en büyüğü olarak cevap veren Messi’nin bir amacı kaldı, o da 1986’da ülkesine kupayı sükseli bir şekilde getiren Diego Armando Maradona’nın yaptığını tekrarlamak. Buraya kişisel fikrimi sıkıştırayım, Dünya Kupası’nı kazanmak veya kaybetmek Lionel Messi’nin dünya futbol tarihindeki pozisyonunu değiştirmeyecek.
Arjantin ne oynar ne oynamaz sorusundan önce biraz takımın ruhsal durumunu ele almak lazım zira bu konuda rakip Fransa’dan biraz farklılar. Tamamen Lionel Messi’nin etrafında birleşmiş; işin %99’unu Messi’nin yaptığını, kendilerine sadece %1’lik kısmın kaldığını ifade eden, savaşta bir kutsalı koruyan muhafızlar gibi Messi’yi her tehditte çevreleyen bir grup oyuncudan bahsediyoruz. İşler kötü gittiğinde durumu lehinize çevirecek belki en iyi oyuncuya sahipler ama Lautaro Martinez ve Paulo Dybala’nın bu ekibe pek dahil olmadığını ve kötü bir turnuva geçirdiğini de söylemek lazım. Neyse ki Julian Alvarez’in performansı şu ana kadar bu konunun gündeme taşınmasını engelledi.
Lionel Scaloni’nin elinde alternatiflere uyum gösteren bir kadro var. İstediğinde savunmayı dörtlü oynatıp orta sahada çok iyi top yapan 4 oyuncuyu bir anda kullanabiliyor, istediğinde buradan bir kişiyi eksiltip Lisandro-Otamendi-Romero gibi harika bir üçlüyü geride kullanabiliyor. Messi’nin serbest, Alvarez’in ise hem mücadeleci hem de delici bir rolde olduğu hücum hattı ise turnuvanın başından bu yana on gol üretti. Direkt frikikleri çok etkili bir şekilde kaleye yollayabilen en az 3-4 oyuncu da Scaloni’nin etkili silahları arasında. Ancak takımın boyunun genel olarak uzun olmaması Fransa gibi boyut olarak üst düzey bir takıma karşı ceza sahasına gelecek duran toplarda sıkıntı yaşatabilir.
Pek önem verilmese de büyük finalden önce oynanacak bir maç daha var, üçüncülük maçı. Yarı finale çıkmak hiç küçümsenecek bir şey değil ve bu maçı oynayacak ülkelerin de mutlu olduklarını 2002 yılındaki duygularımızdan tahmin edebiliyorum. Bir tarafta geçen Dünya Kupası’nın finalisti ve bu kupanın yarı finalisti Hırvatistan, diğer tarafta ise tarihte Afrika’dan yarı finali gören ilk takım, Fas. Son elli yılda oynanan turnuvalarda futbol devi yedi ülke olan Brezilya, Arjantin, Almanya, İtalya, Fransa, İspanya ve Hollanda dışında final gören tek takım Hırvatistan. Bunu dört milyonluk bir nüfusla ve yakın geçmişi savaş coğrafyasında geçmiş bir oyuncu grubuyla yapmaları ise muazzam. Fas’a ayrıca bir paragraf açmak lazım, çok kişinin küçümsediği gibi sadece geride bekleyen bir oyun oynamadılar, her an inanılmaz bir disiplin, özveri ve farkındalıkla oynadılar. Belçika’ya attıkları goller, son şampiyon Fransa’ya gösterdikleri 20-25 dakikalık sekans bile üzerine çok şey söylemeye değer. Sakatlıklar olmasa belki de finali çok çok başka bir heyecanla bekleme ihtimalimiz hiç de az değildi. Hırvatlardan farklı olarak örnek olacakları çok fazla ulus var.
1982’den beri Dünya Kupası finalinde Inter ve Bayern Münih’ten en az birer oyuncu bulunduran takımların karşılaşması geleneğinin devam ettiği bir finaldeyiz. Fransa’nın, İtalya (1930-34) ve Brezilya’nın (1958-62) ardından art arda Dünya Kupası kaldıran üçüncü takım olup olamayacağı, Kylian Mbappe’nin daha 23 yaşında ikinci Dünya Kupası şampiyonluğunu yaşayıp yaşayamayacağı, Lionel Messi’nin “tüm zamanların en iyisi” tartışmasında öne geçebilmek için bir madalya daha alıp alamayacağı sorularının izleyenlerin kafasında dolanacak. Finalde son düdük çaldığında tüm futbolseverlerin yüzünde bir gülümseme olması dileğiyle…
Tüm futbol ve spor haberleri için bizi takipte kalın!
Comentarios